18 Ağustos 2012 Cumartesi

Son sözlerime şerh düşüyorum, KORKMA BEN VARIM.


''Bu kitapta anlatılan olayların hepsi gerçektir, fakat hiçbiri henüz cereyan etmemiştir.''
diye bir girişle başlayan,farklı,ilginç,sıradışı bir tarzı olan Murat MENTEŞ imzalı,enteresan bir roman...


Murat MENTEŞ...Farklı bir kalem üstadı..Kelimeleri kendince hizaya sokan,onlarla dans eden ve ettiren ,dolayısıyla bizleri de mest eden ,kelime cambazlıkları bol bir yazar..
''Kelimelerle oyun oynayarak, fırlama ifadelere başvuruyorsun''diyen bir okura,kelime oyunları bahsinde "nimetle oyun oynanmaz" diyerek, kelimelere yeni bir rütbe kazandıran, fenomen kişi..


Bazı kişiler(çoğu zaman ben de yaparım bunu) kitap okurken ,bazı cümlelerin,kelimelerin altını çizer ya ,işte bu kitapta altı çizilmedik yer bırakamazsınız .Adı bile çizilmeye değer :)
Şimdi nerden bulursunuz bilmiyorum ama gidip hemen  bir şekilde 'Korkma Ben Varım' ı edinin.Pişman olmayacaksınız.

“Bu kitap karnaval sırasında başgösteren bir bombardımana benziyor.”

İşte size kitaptan inciler:


'Ölümden korkuyorduk, çünkü insandık' (s.13)

'Aşk insanın sadece psikolojisini ve kimyasını değil; tarihini, müzigini, coğrafyasını, edebiyatını, fiziğini, beslenme çantasının içindekileri, hayat bilgisini de değiştiriyor' (s.13-14)

'Son sözlerime şerh düşüyorum, KORKMA BEN VARIM' (s.17)

'Kafa karışıklığı sık görülen bir şeydir' (s31)

'Kartları kader karıştırır, biz oynarız' (s.37)

'Herkesin üç kişiliği vardır; ortaya çıkardığı, sahip olduğu ve sahip olduğunu sandığı' (s.40)

'İnsan, kendi samiyetinin altını çizmeye kalkıştı mı, ister istemez üstünü de çiziyor. Samimiyet, mahremiyetle mukayyet olsa gerek' (s.42)

'İntikam şarabı, yaraları ham olanlara şifa verir' (s.47)

'İnsan boş bir tüfektir ama bakarsın bir gün patlar' (s.54)

'Yas sezonluk bir duygudur' (s.59)

'Elli yaşındaki bir adam kendini otuz yaşında hissediyorsa, yirmi yılını boşa harcamıştır' (s.101)

'Bazı ihtimaller ihtimal olarak kalmaya mahkumdur' (s.112)

'Rüyalar alınyazımızın ayrılmaz parçalarıdır'(s.121)

'Ölümden degil, gelecekten korkuyorum' (s.212)

________________________________________

Kitapta bahsi geçen ve de kitapla kısmen bütünleşen Ayten Alpman'ın - Ben Varım - (sayfa 153 ve 257) adlı parçasına da yer vermek istedim burda..İyi dinlemeler :)



Dip Not:Murat MENTEŞ 'in ilk kitabı ''Dublörün Dilemması''nı bulup da okuyamadım ama duyumlarıma göre ilk kitap da bir harikaymış ..Okuyanlar varsa yorumlarını bekliyorum.Hatta kitabı da bekliyorum :))

17 Ağustos 2012 Cuma

Eyvah mı?Eyvallah mı?


Nette gezinirken tesadüfen denk geldiğim ve okuduğumda çok beğendiğim iki derviş kıssasını sizlerle de paylaşmak istedim.
Kıssadan hissemizi almak dileğiyle :)
______________________________________________

Eyvallah Köyü

İkindi vakti öncesi abdest almak için avluya çıkan şeyh, dervişin tekinden bir ibrik su ister.Derviş getirir.Yere çömelmiş abdest almaya başlayan şeyh, bir yandan da bahçedeki dervişleri gözlemek için sağa sola bakmakla meşguldür. Su döken derviş bakar ki; şeyh elini yıkarken bazı yerleri kurudur;içinden,

-Bir de bize mürşit olacak, doğru dürüst abdest almayı bile beceremiyor diye geçirir. Bakışları alaycı ve suizancıdır.Şeyh kafasını dervişe doğru kaldırır, dervişin bakışlarını yakalar, aklından geçenleri okur.

-Evlat, sen bize yaramazsın.Akşama kalmadan dergahımızı terk et der.

Derviş bin pişmandır ama nafile kovulmuştur artık.Ne ailesi ne de gidecek bir yeri vardır.Deli divane dağ tepe yürür.Yorulmuştur artık.Havada kararmıştır.Yolda bir çoban görür.Allah misafirine verecek ekmeğin var mı deyince, çoban buyur eder ve dervişten olanı biteni dinler.Çoban bu duruma üzülür ve

-şu karşıdaki dağın ardında bir şehir var.Oraya git.İsmi Eyvallah şehridir.Ne alırsan al eyvallah dedikten sonra, ücretsiz bedavadır orda, der.

-nasıl yani para pul istemiyorlar mı?

-eyvallah diyene her şey bedava.

-yalnız Eyvallah şehrinin üç kuralı var.Bunları ihlal edersen şehirden atılırsın.

-nedir bu kurallar?

-bir; kulun işine karışmayacaksın.

-iki; Allahın işine karışmayacaksın.

-üç; asla yalan konuşmayacaksın.

Kolaymış, der derviş, biz bunları dergahta zaten yapıyorduk.

Sabah çekine çekine şehre girer.Önce hamama gider, yıkanır kasaya yanaşır, eyvallah der,sağ elini sol göğsüne koyarak,kasa başındaki hamamcı, eyvallah diye karşılık verir.

-borcum ne diye sorar?

-eyvallah dedinya kardeş, borcun yok der hamamcı.

Derviş sevinir, iyiki dergahtan kovulmuşum, bu şehirde padişahlar gibi yaşarım der.Aradan bir ay geçer, ben bir aile kurmak istiyorum der,derlerki ; eyvallah de, yarın köle pazarı var, orada her milletten güzel kadınlar var, istediğini seç, evlen.

Derviş denileni yapar, evlenir.Aradan bir hafta geçer, çarşıda dolanıyordur, karşıdan biri genç diğeri yaşlı iki bayan gelmektedir.Genç olanın saçları açık, diğer kadın çarşaflıdır.

-şuna bak diye bağırır; örtünmesi gereken açık, örtünse de olur örtünmese de olur yaşlı kadın çarşaflı.Niye böyle açıksın sen diye sorar genç kadına.

-imdaat, zaptiye..zaptiyeler gelir;

-nevardı?

-bu adam kulun işine karıştı.

Derviş karakola götürülür ve on dayak atılır.Acısından çok, kulun hatasını uyardığı için şikayet edilmesine içerlemiştir.Karakolun dış avlusuna çıkar ellerini açar, yüksek sesle;

-Allahım bu nasıl iş?Kullarını uyardım, dayak yedim, ey Rabbim bu nasıl iş derken, sesler duyulur yine

-zaptiyee zaptiye..gelen zaptiyeler;

-ne oldu?

Şu derviş Allahın işine karıştı, tekrar karakol, tekrar dayak, bu sefer adamakıllı canı yanmaktadır, doğru evine gider, yatağa uzanır.Bu sırada kapı çalınır, arkadaşları gelmiştir, derviş karısına, ev de olmadığımı söyle der.

-zaptiyee zaptiye..

-ne vardı?

-eşim yalan konuşmamı istiyor, yalan söylüyor..

Derviş zaptiyelerce şehirden kovulur.Üstü başı toz toprak içindedir, uzaklaşırken şehre doğru bakar.

-eyvallahın ayarını bilmeyen benim gibi eyvah eyvah diye inler..

:::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::

Eyvallah
Kabadayının biri çirkef hayatından sıkılır ve gönül huzuruna ermek için bir dergaha gitmeye karar verir.O zaman da adı duyulan Eyvallah Babanın tekkesine varır .Eyvallah Baba tekkesine giren herkezin başına takke ,eline tesbih ,diline eyvallah zikri verirmiş.Bizim kabadayıda oturmuş eyvallah babanın önüne .

Eyvallah baba bizim kabadyının da başına takke,eline tesbih ,diline eyvallah zikiri vermiş.

Rahatlayarak tekkeden çıkan kabadayı birde ne görsün; Kapının önünde kabadayının biri ,başka bir kabadayıyı bıçaklamakta.Bizim ki yardıma koşuyum derken bıçaklayan bırakıp kaçar. Tam bıçağı çıkarırken yeniçeriler gelir ve elinde bıçakla bizimkini görürler,

-"sen mi bıçakladın?" sorusuna cevabı

-"eyvallah"der

bizimle kadıya yürü"derler

-"eyvallah"der

Kadının huzuruna varılır.Kadı ne soru sorsa cevap hep "eyvallah"dır

-"zindana gidiyorsun" denir

-"eyvallah"der

karar verilmiştir idam edileceği söylenir

Kabadayı:

-"eyvallah"der

tam idama götürülüp dar ağacına asılcakken gerçek katil ortaya çıkar her şeyi anlatır.

Kabadayıya artık serbest olduğu söylenir

cevap yine "eyvallah"dır.

darağcından kurtulan kabadayı doğru Eyvallah Babanın yanına gider ,huzuruna çıkar ve;

-"işte tesbih ,işte külah,hadi bana eyvallah"der gider.





14 Ağustos 2012 Salı

Şizofren Sancılar


Gün yorgunu düşlerim,gülüşlerim..Yine kendimle baş başayım,ağırım ,ağrılıyım.Dilimde İbo’nun şarkısı ‘tutun kollarımdan düşerim şimdi , yorgunum dostlarım yorgunum ,yorguuun '…

Tutsak zamanlarda,derin kuytulardayım.Bir çıkış bulmalıyım.
Sessizliğim çığlığım,çığlığım isyanım,isyanım kaçışım…Peki ya ilacım,dermanım??

Karanlıkla yoldaş eder,puslu günlere uyanırım..
Yine aynı yoğun telaş,yine aynı hüzünlü şehir.
Hazan mevsiminde doğduğumdan mıdır nedir..

Bir Eylül gecesiymiş doğumum..
Eylül ve gece..
Ağaçların yapraklarından vazgeçtiği,rüzgarın efil efil estiği,havanın inceden sertleştiği bir hazan ve hüzün mevsiminde..Ondandır belki fotoğraflarda hüzünlü bakışım,hayatı derin maviliklerde algılayışım,olur olmaz her şeye ağlayışım..

Sanırım bazen çocuk olmalı, ya da hep çocuk kalmalı.Hayatı hep oyunlarla algılamalı..Bir şey istediğinde annesinin eteğinden çekiştirip dilemeli sadece ,nasılsa yapılacağını,olacağını bekleyerek..
Telaşsız,yalansız,riyasız,sancısız,ağrısız yaşamalı hayatı.Sadece koşunca yorulmalı,düştüğünde ağlamalı…

Ya da belki insan sadece kendi olmalı…Her şeyiyle,hüznü ve neşesiyle,derdi kederi,sevinciyle..acısıyla tatlısıyla,telaşıyla..Yaşamalı hayatı.

İNSAN olmak zor zanaat..

En önemlisi de bu hayatta İNSAN kalmalı!..

13 Ağustos 2012 Pazartesi

Suus!Ma

‘Su küçüğün ,söz büyüğün ’ diye öğrene geldik hep.Ya da ‘su küçüğün,sofra büyüğün’ diye bilenler,duyanlar da olmuştur.Çok sonraları öğrendik ki sözün aslı bu değil. Yani aslında ‘sus küçüğün ,söz büyüğün ’demiş atalar.Bizde söylene söylene bu hali almış sonraları.

Demek ki bu söze istinaden hep susturulmuş küçükler.Hep büyükten sonra söz verilmiş,hep geciktirilmiş.Belki saygıdan,belki böyle düşünenler için yapılması,olması gereken bu olduğu için...Ama yerinde ve zamanında söz verilseydi,can kulağıyla dinlenseydi,söz sırası ötelenmeseydi küçük de içinde barındırdığı cümlelerini özgür bırakır,belki de hayatı daha bir farklılaşırdı.

Konuşmak için ,hakkını savunmak için,düşüncesini ortaya koymak ,fikrini sunmak için daha cesur ,daha bir kendine güvenli olurdu.Korkmazdı söz sırası kendine geldiğinde ,çırpınmazdı cümleleri tükendiğinde.Sonraları ‘susma ,sustukça sıra sana gelecek’ naraları atmak bu kadar keyifli olmazdı.Can çekişmezdi bedeni,dizleri titremezdi.
Bu sus payından büyüyünce ne kadar nemalanacağını,nasıl ve ne kadar zararlı çıkacağını akıl etmezdi ,edemezdi..Değil mi ki sükut altındı , o zaman susmalıydı..Öyle ya bu söz de diğer sözün tahtını devralırdı.

Evet küçükken hep sustuk,susturulduk.Şimdi anlıyorum ki sözün de altın kadar değerli olduğu yerler,zamanlar ,anlar var aslında.Sevdiğine ‘seni seviyorum’ diyebilmek ne güzel mesela.Ama konuşamaz olduk işte,hep yanlış yapma korkusuyla.

Şimdiki küçükler öyle mi ya.Ne susan var ne de susturan,ya da susturabilen..Ağızlarına geldiği gibi konuşuyorlar artık,saygıdan ,sevgiden bi haber.Böyle olsun da demiyoruz elbette.Ne gömsün kelimelerini tutsun yasını,ne de devrik cümleler,anlamsız,boş ve yabancı kelimelerle tırmalasın kulağımızı.Söz sırası bizim diye,bizde diye de bozmayalım güzel Türkçemizi  ..

Biz yine sus payını değil,suyu verelim küçüklere ve söz sırası geldiğinde ,dinleyelim onları.Susturmayalım,susmalarına göz yummayalım..Bırakalım küçükler ,söz üretsin,şiir üretsin,tüketmeden kendini,üretmeyi öğrensin.

O zaman susmayalım ,susturmayalım ve sıra bize gelmesin !!!



12 Ağustos 2012 Pazar

Darısı

Ağrılı bir gün,sancılı bir hava..Dilimde eskilerden kalma bir melodi ‘’..yalaaan dünyaaa,her şey bombooooş/hancı sarhoooş,yolcu sarhoooş…’’ …
‘Darısı’ diyorum ,gelecek güzel günlerin darısı başıma,başımıza..

Sonra Livaneli takılıyor aklıma ve onun çok da meşhur olmayan şu şarkısı ‘’.. Çocuklar inanın inanın çocuklar/güzel günler göreceğiz güneşli günler ..’’ …

Onca yılın,saatin ,dakikanın,saniyenin yorgunluğu sırtımda.Hem hiç yaşanmamış gibi silik,hem de bir tırın yükünün ağırlığı gibi şiddetle hissedilir.Yıllar yıldırım hızıyla geçiyor ve tehlikeden kurtulmak için ağaç altına gizlenirkenki tedirgenliğimiz ve korkaklığımız hatta bilinçsiz halimiz hep devam ediyor.Biz ki ne bu kahpe dünyanın hakkını verebiliyor ne de öteki dünya denen o alemi hak edebilmek için çaba harcıyoruz.Akreple yelkovanın çılgın yarışını geriden seyrederek,ya da nefes alıp vererek yaşadığımızı zannediyoruz.

Bu hayatın sırrına ermek için ‘hayat ,yalnızca ölülerin cevaplayabileceği bilmecelerle doludur’ sözünü ciddiye alıp çoğu zaman yok olma çabasına girişiyoruz.Belki ne istediğimizi bile bilmiyoruz….

Rolünü ezberlemeden sahneye çıkmak zorunda bırakılan tiyatro oyuncusunun acizliği gibi aciz ve çaresiz hissediyoruz bu hayat sahnesinde kendimizi..Aslında her şeyin bittiğini sandığımız o noktada,o anda başlamaz mı her şey..Tüm kapılar kapandı sandığımızda açılmaz mı Rabbin kapısı..Tüm gece sancılandığımızda yine gün doğmaz mı ,sabah olmaz mı ??Hep bir ümit taşımaz mı insan ?

Nabzın atıyorsa,kalbin çarpıyorsa hayat devam ediyor demektir.O zaman bi şekilde hiç değilse mutluluğu tırtıklamalı,olanca hızımızla yakalamalıyız akreple yelkovanı…Zamanı durdurmak değil de çabamız anı yaşamak,hayatı anlamlandırmak olmalı..

Bir şans vermeli hayata,inatla,sabırla,sebatla..O zaman ‘’Darısı’ diyelim ısrarla..

GELECEK GÜZEL GÜNLERİN DARISI BAŞIMIZA…