29 Ağustos 2012 Çarşamba

Gökyüzündeki Mesajlar-Şehrayin-



Eski adıyla ‘şehrayin (şehrin donatılmasıyla yapılan umumî eğlence, şenlik, donanma)’, şuan bildiğimiz adıyla mahya ışıkları…
Mahya ışıkları denince akla ilk gelen Mübarek Ramazan ayı oluyor hemen.Karanlık gecelerde ışıl ışıl parlayan,gecemizi olduğu gibi gönlümüzü de aydınlatan,her birinde derin manalar barındıran mahya ışıkları..


Peki hiç düşündünüz mü bu gelenek nerden ve nasıl doğdu?Eskiden nasıldı,nasıl yapılırdı?


Günümüzde elektrikle yazılan ramazan mahyaları, eski zamanlarda son derece karmaşık ve zahmetli bir uğraşmış. Şerefeler arasına gerilen kalın bir halata, şimşirden halkalar, kancalar, gevşek yedek ipleri ve sayıları yüzleri aşan kandilleri kullanarak iftar sonrasından teravih bitimine değin, en çok iki saatlik bir zamanı mahyalarla nurlandırmak; hele kışa rastlayan ramazanlarda bunun için şerefelerde soğuktan çivi kesmek, ancak meraklılarının göze alabildiği bir iş olsa gerek.


Eskiden mahyacılık  bir meslek olarak babadan oğula sürdürülürdü. Kandil yakma geleneği islam dünyasında yaygınken, mahyacılığın İstanbul’a özgü dinsel bir sanat olmasının tek nedeni, padişahların yaptırttığı iki, dört, altı minareli “selâtin camiler”in bu kentte olmasıydı. Çünkü mahya kurmak için en az karşılıklı iki minare bulunması gerekiyordu.

Mahya yakmak;bir caminin iki minaresi arasına gerilen bir halattan küçük kandiller sarkıtarak gece karanlığına şekiller çizip manidar sözler yazmak… Bu geleneğin gerisindeki düşünce; ramazanın getirdiği sevinç, bolluk ve ferahlık nedeniyle Yaratıcı’ya duyulan şükranı vurgulamak, çocuklara ramazanı sevdirmek ve halkı iyiliğe yöneltmek.

Mahyacılık sanatı; diğer Müslüman ülkelerde olmayan, yalnızca Türklere mahsus bir örf, âdet ve kültürdür. Bu iş sadece Ramazan ayına mahsus olduğu için, bu deyim Farsça aylık manasına gelen "mahiye" kelimesinden türemiştir.

Gerçekten de mahyalar, dini ve milli gün ve gecelerimizde akşamdan sabaha kadar o heyecan ve kutsiyeti gökyüzünde sergileyerek ilan eden üstün zekanın eseridir. Başta Ramazan ayı olmak üzere, diğer önemli gün ve gecelerin akşamında minareler arasında ışıklı yazı yazma ve şekil yapma sanatı olan mahya, bir Türk buluşudur.

Mahyalar, her ne kadar diğer ulvi gecelerde etrafa ışık saçarak mesaj verirse de, o daha çok ramazan gecelerinde, minare ve camilerimizin elmas gerdanlıklarıdır.

Bu Türk sanatı; yerli ve yabancı araştırmacıların konusu, romancıların ilham kaynağı, gezginlerin unutulmaz anıları olmuştur. Bir yabancı seyyah demiştir ki: "Dünya yüzünde sevilmeye ve sayılmaya layık Türklerin hiçbir medeni eserleri olmasa bile, yalnız şu gökten yıldızları toplayıp minareler aralarında yazı yazmayı akıl etmeleri, bunda muvaffak olmaları, onların medeniyette ne kadar ilerde olduklarının bir ifadesidir."

Halide Edip Adıvar çocukluk hatıralarını da anlattığı ‘Mor Salkımlı Ev’de sütbabasının omzunda teravih namazını kılmak için Süleymaniye Camii’ne giderken gördüklerini tasvir eder:

“Minareden minareye havada uzanan ışıktan yazılar, mavi kubbede ne garip ve tabiatüstü bir nur tecellisi idi. Ramazan’ı karşılayan bu nurdan yazılar, beni belki Belşazaar’ın duvarda gördüğü yazılar kadar şaşırttı. Karanlık ve esrarlı dar sokakların içinde sallanarak hareket eden o ışıkları kalabalığın en boylu adamının omzundan seyrediyordum.”


Mehmet Gökalp'in mahyalar karşısındaki duygularını dile getiren şu mısralarıyla noktalayalım:
Bir şehrayin var...
İki minare arasında.

Ayet ayet kalbimize yazar,
Mukaddes gecelerin manasını;

Bu nokta nokta ışıklar.
Lacivert zemine işlenmiş

"Allah'a İman'ın her harfi
Kamaştıran böyle gözlerimizi

Işık dolu, şanlı, büyük gecenin
İçimize doğan parlak güneşi......

Gönlünüzün mahya ışıkları hiç sönmesin efendim ...

Hiç yorum yok: